Mustafa Kemal Atatürk

sivil yaşamı

Sivil Hayatı

1920; Sivil Hayattaki İlk Günler ve Toparlanma Günleri

Erzurum ve Sivas Kongreleri


23 Temmuz 1919; Erzurum Kongresi

İstanbul merkezli Vilayat-ı Şarkiye Müdafaa-i Hukuk-u Milliye yani Doğu İllerinin Haklarını Koruma adı ile kurulmuş olan bir cemiyetin Erzurum şubesinin o günlerde daha evvelce alınan bir karar gereğince doğu illerini kapsayan bir kongrenin hazırlıkları içinde idi. Bir diğer hakim konu ise Amerika Birleşik Devletleri mandası olmak fikri. Mustafa Kemal (Atatürk)'in Heyet-i Faale reisi olarak bu kongreye iştiraki mümkündü; fakat o, bu kongreye özellikle Erzurum'dan üye olarak iştirak etmek istiyordu. Ne çare ki Erzurum üyeleri evvelce seçilmişti; ama buna da bir çözüm bulundu. Öncelikle Mustafa Kemal (Atatürk)'in kendisi Askerlik görevini bırakarak sivil bir hüvviyet kazanacak sonrada Erzurum'un iki değerli evladı, Kazım Yurdalan ve Cevat Dursunoğlu Erzurum üyeliğinden istifa etmek suretiyle yerlerini Mustafa Kemal (Atatürk) ve Rauf Bey'e bırakacaklardı. Ve böylede oldu. Bu suretle Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa'nın kongreye girişi meşruluk kazandı.

Mustafa Kemal, Erzurum'da hükümet konağı önünde Vali Zühtü Bey, memurlar ve subaylar ile birlikte (Ağustos 1919)

Mustafa Kemal, Erzurum'da hükümet konağı önünde Vali Zühtü Bey, memurlar ve subaylar ile birlikte (Ağustos 1919).

Erzurum Kongresi, 23 Temmuz 1919'da tek katlı bir ilkokul salonunda; Trabzon'un kapsadığı Doğu Karadeniz il ve ilçelerinden 17, Erzurum un kapsadığı il ve ilçelerden 25, Sivas'ın kapsadığı il ve ilçelerden 14, Bitlis'ten 4 ve Van'dan 2 delegenin iştiraki ile toplam 62 delege ile toplanmıştı. Kongreyi geçici başkan olarak Erzurum delegelerinden Hoca Raif Efendi açmış, delegelerin isim okunarak yoklaması yapıldıktan sonra başkanlık seçimine geçilmişti. Yapılan oylamada 62 delegenin 48'inin oyu ile Mustafa Kemal (Atatürk), başkan seçilmiştir. Erzurum Kongresi güç şartlar altında toplanıyordu. Çünkü Kongre üyelerinin vilayetlerce gerek seçiminde, gerekse seçilenlerin Kongre'ye gönderilmesinde büyük güçlükler çıkarılıyordu. Mülki amirlerin büyük kısmı, İstanbul Hükûmeti'nin baskısı ile delegeleri korkutuyorlar, yola çıkmalarını engelliyorlar, hatta bazı vilayetler kesin olarak delege göndermemekte direniyorlardı. Elazığ, Diyarbakır ve Mardin illerinden seçilen üyeler valilik baskısı sebebiyle yola çıkmaktan alıkonulmuşlar, dolayısıyla Kongre'ye iştirak edememişlerdi. Bu sebeple Kongre'nin toplanabilmesi için Müdafa-i Hukuk-u Milliye Cemiyeti Erzurum şubesinin gayretleri yanında Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa tarafından da ciddi teşebbüslerde bulunmak icap etti. Vilayetlerin herbirine açık telgraflar gönderilmekle beraber, bir taraftan da şifre telgraflarla valilere, komutanlara gerektiği şekilde tebligatta bulunuldu. Nihayet yeteri kadar temsilci getirtilip Kongre'yi toplamaya muvaffak olundu. Kongre'nin çalışmaları 14 gün sürecek ve 1919 yılı 7 Ağustos günü çalışmalar son bulacaktır. Milli Mücadele'ye bayrak olan bir kongrenin Erzurum'da toplanışı bir tesadüfün eseri değildi; Mondros Mütarekesi'nden sonra müdafaa şuurunun en keskin bir şekilde meydana çıktığı bölgelerden biri Erzurum idi. Zira Mütareke hükümlerine göre asırlarca şehit kanıyla sulanmış Erzurum topraklarını da içine almak üzere bir Ermenistan kurulması isteniyordu. Bu durum, bölgedeki milli birlik ve mukavemet şuurunu daha da bileyledi. Keza Kongre'ye Doğu Karadeniz il ve kasabalarını temsil etmek üzere 17 delege ile iştirak eden Trabzon'da da Pontus tehlikesi vardı. Bölge Rumları, Mondros Mütarekesi'nden faydalanarak Doğu Karadenız şehirlerini kapsayacak bir Pontus Rum Devleti kurma hayali içindeydiler. Bu bakımdan Doğu Anadolu şehirleri ile tehlike müşterekti.

Erzurum Kongre Binası

Erzurum Kongre Binası

Erzurum Kongresi'nin toplanışı ve çalışmalarına başlamasıyla İstanbul da Saray ve Hükûmet tarafından, Anadolu'da yükselen bu kurtuluş sesini boğmak için yoğun bir faaliyet başladı. Ajanslarla Mustafa Kemal (Atatürk)'in devlete başkaldıran bir asi olduğu, Erzurum Kongresi'nin kanunsuz toplandığı ilan edildi. Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa'yı tutuklamak için her türlü tedbire başvuruldu. İstanbul Hükûmeti, Erzurum Kongresi'nin dağılmasını, Kongre ye katılanların yakalanarak İstanbul Divan-ı Harbine sevklerini emretti ise de millet fertlerini saran o zamanki milli hava içinde hiçbir makam bu emri yerine getirmeye teşebbüs edemedi. İşte bu derece güç şartlar içinde gerçek bir vatan aşkıyla her türlü tehlikeyi göze alarak toplanan Erzurum Kongresi Türk tarihinde önemli bir dönüm noktası oldu. Türk Kurtuluş Savaşı' nın ilk temelleri bu Kongre'de atılmış, alınan tarihi kararlar Milli Mücadele'nin temel kurallarını oluşturmuştu.

Kısaca alınan kararlar şu şekilde özetlenebilir :

  1. Uusal sınırlar içinde vatan bir bütündür. Onun çeşitli kısımları birbinden ayrılamaz.
  2. Her türlü yabancı işgal ve müdahalesine karşı ve Osmanlı Devleti'nin dağılması halinde ulus birlikte müdafaa ve mukavemet edecektir.
  3. Vatanın ve bağımsızlığın muhafaza ve teminine İstanbul'daki Hükümet muktedir olamadığı takdirde maksadın temini için geçici bir hükümet oluşturulacaktır. Bu hükümet ulusal kongrece seçilecektir. Kongre toplanmış değil ise bu seçimi Heyet-i Temsiliye yapacaktır.
  4. Kuvay-ı Milliye'yi etken ve ulusal iradeyi egemen kılmak esastır.
  5. Hristiyan unsurlara siyasi egemenliğimizi ve sosyal dengemizi bozucu ayrıcalıklarlar verilemez.
  6. Manda ve himaye kabul olunamaz.
  7. Ulusal meclisin derhal toplanması ve hükümet çalışmalarının meclisin denetimine konulması için çalışılacaktır.

 

Erzurum Kongresi, memleketin bütününü ilgilendiren bu tarihi kararlarıyla bölgesel bir kongre olmaktan çıkmış, kendisinden sonra gelişecek tüm olayları büyük ölçüde etkilemişti. Zira Sivas Kongresi kararları, Erzurum Kongresi kararlarına dayandı. Misak-ı Milli'nin esasında Erzurum Kongresi kararları yer aldı. Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin toplanış ve açılış gerekçesi Erzurum Kongresi kararlarına oturtuldu. Mudanya ve Lozan antlaşmalarının bağımsızlığı savunan ruhu; ilhamını Erzurum Kongresi kararlarından aldı. Cumhuriyet rejiminin ruhu, irade-i milliyeyi hakim kılmak esasında toplandı. Ve nihayet "Milletimiz insani ve asri gayeleri tebcil eder" cümlesiyle Atatürk inkılaplarının ilk kıvılcımları Erzurum Kongresi'nde parıldadı.


Sivas Kongresi

Mustafa Kemal, Sivas'ta düzenlenecek kongre için bulunduğu sıralarda (1919)

Mustafa Kemal, Sivas'ta düzenlenecek kongre için bulunduğu sıralarda (1919).

Erzurum Kongresi, 7 Ağustos 1919 günü kendisi adına bütün yetkileri kullanacak, 9 kişilik bir Heyet-i Temsiliye seçerek çalışmalarına son verecektir. Şimdi Heyet-i Temsiliye'yi ve onun başkanını büyük bir görev bekliyordu. Erzurum Kongresi'nde parlayan kıvılcımı söndürmemek, Sivas'ta onu meş'ale haline getirerek milli kurtuluşa daha emin adımlarla yürümek gerekiyordu. Bu sebepledir ki Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, doğu illerinin mukadderatı için toplanan Erzurum Kongresi'ni gayesini daha da genişleterek bu amaca yöneltmek istedi. Bu sebepledir ki Erzurum Kongresi'ni Sivas Kongresi'ne bağlayarak Milli Mücadele'ye memleket yüzeyinde genişlik kazandırdı.

Mustafa Kemal, Sivas Kongresi üyeleriyle birlikte. Oturanlar sağdan sola; Mazhar Müfit Kansu, Hüsrev Sami Kızıldoğan, Ahmet Rüstem, Bekir Sami Kunduh, Kadı Hasbi, Mustafa Kemal, Şeyh Hacı Fevzi, Rauf Orbay, Ömer Mümtaz, arka sıralarda; Hami Danişmend, Recep Zühtü, Hüsrev Gerede, Ruşen Eşref ünaydın, Nizamettin Bey, Mazlum Bey, Küçük Ethem Bey ve yaver Muzaffer Kılıç

Mustafa Kemal, Sivas Kongresi üyeleriyle birlikte. Oturanlar sağdan sola; Mazhar Müfit Kansu, Hüsrev Sami Kızıldoğan, Ahmet Rüstem, Bekir Sami Kunduh, Kadı Hasbi, Mustafa Kemal, Şeyh Hacı Fevzi, Rauf Orbay, Ömer Mümtaz, arka sıralarda; Hami Danişmend, Recep Zühtü, Hüsrev Gerede, Ruşen Eşref ünaydın, Nizamettin Bey, Mazlum Bey, Küçük Ethem Bey ve yaver Muzaffer Kılıç

Sivas Kongresi günlerinde de memleketin içinde bulunduğu ağır mütareke şartları bütün acılığı ile devam ediyordu. Mondros Mütarekesi'nin milletimiz aleyhirıe haksız ve insafsız bir şekilde uygulanması, İzmir'e çıkmış olan Yunanlıların İtilaf devletlerinden aldığı cüretle Anadolu'nun içine doğru ilerlemesi, çeşitli şehirlerimizin işgali Sivas Kongresi günlerinde de birbirini izledi. İşte böyle bir hava içinde Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, bir kısım Heyet-i Temsiliye üyeleriyle beraber Sivas Kongresi'ne iştirak etmek üzere 2 Eylül 1919'da Erzurum'dan Sivas'a geldi. Sivas, Milli Mücadele liderini emsalsiz sevgi gösterileri ve coşkıın bir sevinçle karşıladı.

Sivas Kongresi, 4 Eylül 1919 günü o zamanlar "Mekteb-i Sultani" olarak kullanılan bir binanın salonunda, 38 delegenin iştiraki ile toplandı. Kongre 8 gün devam etti ve 11 Eylül 1919'da Heyet-i Temsiliye seçimini takiben bir beyanname yayımlayarak çalışmalarına son verdi. İlk oturumda yapılan oylamada Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa. başkan seçildi.

Kısaca alınan kararlar şu şekilde özetlenebilir :

  1. Milli sınırlar içinde bulunan vatan parçaları bir bütündür; birbirinden ayrılamaz.
  2. Her türlü işgal ve müdahaleye karşı, millet birlik olarak kendisini müdafaa ve mukavemet edecektir.
  3. İstanbul Hükûmeti, harici bir baskı karşısında memleketimizin herhangi bir parçasını terk mecburiyetinde kalırsa vatanın bağımsızlığını ve bütünlüğünü temin edecek her türlü tedbir ve karar alınmıştır.
  4. Kuva-yı milliyeyi amil ve irade-i milliyeyi hakim kılmak esastır.
  5. Manda ve himaye kabul olunamaz.
  6. Milli iradeyi temsil etmek üzere Millet Meclisi'nin derhal toplanması mecburidir.
  7. Aynı gaye ile milli vicdandan doğan cemiyetler "Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adı altında birleştirilmiştir.
  8. Mukaddes maksadı ve umumi teşkilatı idare için Kongre tarafından bir Heyet-i Temsiliye seçilmiştir.

 

Erzurum Kongresi'ni takiben bütün memleketi temsil eden böylesine önemli bir Kongre'nin özellikle Sivas'ta toplanışı, şehrin stratejik durumu ile ilgili idi. Anadolu'nun ortasında yer alan bu şehrimiz mütareke şartları gereğince İtilaf devletlerini temsilen bazı subaylar bulunmasına rağmen işgal altında değildi. Ulaşım bakırrıından Anadolu yollarının birleştiği bir kavşak durumunda idi: o günkü imkanların elverdiği ölçüde çeşitli Anadolu şehirlerine şu veya bu şekilde bağlanabiliyordu. Her ne kadar Fransızlar Adana üzerinden, İngilizler Samsun'dan şehri işgal tehdidinde bulunuyorlarsa da Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, böyle bir işgalin düşmana çok pahalıya mal olacağını hesaplıyordu. Bütün bu avantajları yanında Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Sivas Şubesi, şehirde oldukça iyi teşkilatlanmıştı.

İşte bu şartların oluşturduğu hava içinde gerçekleşen Sivas Kongresi doğrudan doğruya Mustafa Kemal (Atatürk)'in çağrısı üzerine toplanmış , bir milli kongredir. Kongre nin 38 üyesinden 31'ini Batı ve Orta Anadolu illerinden gelen üyeler, 7'sini ise Doğu Anadolu illerini temsilen Erzurum Kongresi'nce seçilen Heyet-i Temsiliye oluşturmuştu. Böylece Batı ve Orta Anadolu illerinden seçilen delegelerle Doğu illerini temsilen gelen Heyet-i Temsiliye, Sivas Kongresi'ne memleket çapında bir genişlik ve bütünlük kazandırdı. Tarihi bir gerçek olarak belirtmek gerekir ki Sivas Kongresi'nin toplanışı sırasında da Erzurum Kongresi'nde olduğu gibi İstanbul Hükûmeti ve idarecileri büyük engeller çıkardılar. Bu sebepledir ki Ankara ve diğer bazı şehirlerimizden valilik baskısı ile delege seçilemedi. Bazı vilayetlerden seçilen delegeler de aynı baskı nedeniyle yola çıkmaktan alıkonuldu, dolayısıyla Kongre'ye iştirak edemedi.

İstanbul Hükûmeti, Erzurum Kongresi'nde yaptığı gibi Sivas Kongresi sırasında da bütün gücüyle Mustafa Kemal (Atatürk)'i tevkife yönelmişti. Anadolu'nun hemen her valisine telgraflar çekilerek Mustafa Kemal (Atatürk)'in ne pahasına olursa olsun tutuklanarak İstanbul'a gönderilmesi isteniyordu. Bunu gerçekleştirmek üzere valiliklere, mutasarrıflıklara yeni atamalar yapıldı. Fakat hiçbir idareci, şahlanan milli irade ve milli hava içinde İstanbul Hükûmetinin isteklerini yerine getirmek cesaretini gösteremedi. Bir diğer baskı ise Sivas Kongresi'nin toplanmaması için Sivas'ta bulunan Fransız Jandarma Müfettişi Brüno yapmış olduğu tehditlerdir. Vali Reşit Paşa ile görüşerek böyle bir Kongre gerçekleştiği takdirde Sivas'ın işgal edileceğini ve Kongre'nin dağıtılacağını bildirdi. İngilizler de Samsun üzerinden Sivas'ı işgal edecekleri tehdidinde bulundular. Fakat Mustafa Kemal (Atatürk)'in her güçlüğü aşan azmi önünde, bütün bu tehditler sonuçsuz kaldı.

Erzurum Kongresi, Doğu Anadolu ve Doğu Karadeniz Bölgelerindeki milli cemiyetleri "Şarki Anadolu Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti" adıyla bir merkezde toplamıştı. Sivas Kongresi, bu örgüte bütün Anadolu ve Rumeli Cemiyetlerini de içine almak üzere memleket çapında bütünlük kazandırdı. Erzurum Kongresi, Doğu illerini temsilen 9 kişilik bir Heyet-i Temsiliye seçmişti. Sivas Kongresi'nce 6 kişi daha seçilmek suretiyle "Heyet-i Temsiliye" genişletilmiş, bu suretle Türkiye Büyük Millet Meclisi açılıncaya kadar memleket mukadderatında yegane söz sahibi bir kurul oluşturulmuştu. Sivas Kongresi, Erzurum Kongresi kararlarını genişleterek, bu kararlara bütün memleketi kapsayan bir nitelik kazandırması bakımından İnkılap Tarihimizde büyük öneme sahip bir Kongre'dir. üyelerinin, bütün memlekete şamil olması sebebiyle de Milli Mücadele başlangıcında Türkiye'nin mukadderatını çizen, bütün milletin tek vücut halinde birlik olduğunu dünyaya ilan eden milli bir Kongre'dir. Bunun içindir ki tesirleri Erzurum Kongresi'nden daha geniş oldu.


1920; Türkiye Büyük Millet Meclisi

1920 yılındaki ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi Binası ve Üyeleri

1920 yılındaki ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi Binası ve Üyeleri

Sivas Kongresi'nden sonra Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa'nın amacı en kısa zamanda Anadolu'da millet temsilcilerinden oluşan bir meclis toplamak ve bu meclisin kuracağı hükûmet ile Milli Mücadele'yi bir merkezden idare etmek idi. Dahi adam, bu büyük işi gerçekleştirmek üzere Sivas Kongresi'nden sonra da Heyet-i Temsiliye Reisi sıfatıyla milli teşkilatın kuvvetlenmesi yolunda -bütün engelleri aşarak- azimle çalıştı. Bu devre esnasında Mustafa Kemal (Atatürk) ve Heyet-i Temsiliye i1e temas temini ve anlaşma zemini arayan İstanbul Hükûmeti, temsilcileri vasıtasıyla 20-22 Ekim 1919 tarihleri arasında Amasya'da onunla görüşmüş ve bir Millet Meclisi toplanmasına ikna olmuştu. Bu görüşme İnkılap Tarihimizde "Amasya Mülakatı" olarak bilinmektedir. Mustafa Kemal (Atatürk), Meclisin Anadolu'da toplanmasını istemesine rağmen, Meclis 12 Ocak 1920'de İstanbul'da toplandı. Fakat İngilizlerin ve gerekse onlara alet durumunda olan hükûmet adamlarının baskısı sebebiyle olumlu bir faaliyet gösteremedi. Sadece Erzurum ve Sivas Kongrelerinin esaslarını "Misak-ı Milli" halinde kabul ve ilan etti.

İlk Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşunun ve ilanının ardından meclis balkonundan ilk meclisin ilk başkanı olan Meclis Başkanı Mustafa Kemal Atatürk meclis üyeleri ile beraber Halkı selamlarken (23 Nisan 1920).

İlk Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin kuruluşunun ve ilanının ardından meclis balkonundan ilk meclisin ilk başkanı olan Meclis Başkanı Mustafa Kemal Atatürk meclis üyeleri ile beraber Halkı selamlarken (23 Nisan 1920).

Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, 27 Aralık 1919 tarihinde bir kısım arkadaşları ve Heyet-i Temsiliye üyeleri ile beraber Ankara'ya gelmişti. Artık Milli Mücadele Ankara'dan yönetiliyor, İstanbul'daki asker ve sivil birçok vatansever, Bağımsızlık Savaşında görev almak üzere Ankara'ya geliyordu. Bir süre sonra, 16 Mart 1920 tarihinde İstanbul, İtilaf devletleri tarafından fülen işgal edildi; şehir yabancılar tarafından tamamen askeri kontrol altına alınmıştı. Bu şartlar altında Meclis de faaliyet gösteremeyeceğini anlayarak dağıldı; zaten bu sıralarda milletvekillerinin bir kısmı da İngilizler tarafından tutuklanmış bulunuyordu.

Mustafa Kemal (Atatürk), İstanbul'un işgali üzerine valiliklere ve kolordu komutanlıklarına talimat vererek Ankara'da toplanacak fevkalade salahiyete sahip bir meclise yeni temsilciler seçmelerini bildirdi. Seçimler sür'atle sonuçlandi. Nihayet 23 Nisan 1920'de yurdun her bölgesinden gelen millet temsilcileriyle Ankara'da Türkiye Büyük Millet Meclisi açıldı. Mustafa Kemal (Atatürk), millet iradesini ve egemenliğini temsil eden bu Meclise ve onun hükümetine de başkan seçilerek artık Türk bağımsızlık mücadelesinin her bakımdan, askeri, siyasi ve sosyal lideri oldu. Ama memleketin içinde bulunduğu şartlar, kendisinin omuzlarına yüklenen görevi gerçekten çok ağırdı. Tarihten silinmek istenen bir milletin ölüm kalım savaşının, istiklal mücadelesinin liderliğini yapıyordu.


1920 - 1922; Silahlı Mücadele Zamanı


İşgal Edilen Toprakların Geri alınması

Ankara'da Millet Meclisi'nin açılması ve milli bir hükûmetin kurulması üzerine Padişah ve İstanbul Hükûmeti'de milli mücadeleyi daha geniş ölçüde zor duruma düşürme yollarına başvurmaya başlar. Anadolu'da binbir fedakarlıkla oluşturulan milli kuvvetlere karşı halife ve padişah orduları kuruluyor, başta Mustafa Kemal (Atatürk) olmak üzere Milli Mücadele kahramanları, asi sayılarak idama mahkûm edilmiş bulunuyordu. Diğer taraftan İzmir'e çıkan Yunanlılar da Anadolu içlerine doğru taarruza hazırlanıyordu. Mütareke (antlaşma) ile örgütlü ordu resmen dağıtılmış, silahları alınmış olduğundan, işgal altındaki yörelerde düşmana ancak mahalli kuvvetler ve gönüllü müfrezeler karşı koyuyordu. Bu düşman saldırılarının yanı sıra Anadolu'nun bazı yörelerinde Anzavur gibi, Çopur Musa gibi, Postacı Nazım gibi aldatılmış kişilerin elebaşılık ettiği iç isyanlar devam ediyordu.

Bütün bu iç ve dış güçlüklere, zor şartlara rağmen Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmeti, kısa zamanda duruma hakim olarak düşman kuvvetlerine karşı çeşitli cephelerde büyük başarılar kazanmaya başladı. Doğu cephesinde XV. Kolordu Komutanı Kazım Karabekir komutasındaki kuvvetlerimiz büyük başarılar kazandı. Bu bölgede Oltu, Sarıkamış ve Kars'ı işgal suretiyle sınır şehirlerimize tecavüz eden Ermenilere karşı 28 Eylül 1920'de taarruza geçilerek, merkezi Erivan'da bulunan Ermeni Cumhuriyeti ordusu mağlup edildi ve 29 Eylül 1920'de Sarıkamış, 30 Ekim 1920'de Kars tekrar geri alındı. Ermenilerin barış isteği üzerine 2/3 Aralık 1920'de Gümrü Antlaşması imzalanarak savaşa son verildi. Gürcistan'a da Ardahan ve Artvin vilayetlerimiz tahliye ettirildi.

Güney cephesinde de Adana, Urfa, Antep ve Maraş bölgelerirıde Fransız birlikleriyle mahalli kuvve'tler arasında şiddetli çatışmalar oluyordu. Sonuçta Fransızlar 12 Şubat 1920'de Maraş'tan, 11 Nisan 1920 günü de Urfa'dan çekilmek zorunda kaldılar. 21 Ekim 1921'de Fransızlarla yapılan "Ankara Antlaşması" Adana, Mersin, Gaziantep gibi şehirlerimiz başta olmak üzere diğer bazı şehirlerimizin kurtuluşuna uzandı.


Yunan İşgali

Yunan ordusu'nun İzmir'i işgali sırasında (1920).

1920 yılındaki ilk Türkiye Büyük Millet Meclisi Binası ve Üyeleri

Yunanlılar 1920 Haziran'ında, Ankara'da kurulan iki aylık yeni hükûmetin içinde bulunduğu güç şartlardan yararlanarak 22 Haziran 1920 günü Batı Cephesinde umumi taarruza geçmişler, büyük kısmı ile gönüllülerden oluşan kuvay-ı milliye cephesini yararak 8 Temmuz 1920 günü Bursa'yı, 29 Ağustos 1920 günü de Uşak'ı işgal etmişlerdi. Bu olaylar seyrederken Padişah ve İstanbul Hükûmeti de 10 Ağustos 1920'de İtilaf devletleriyle Sevr Antlaşmasını imzalamak suretiyle dış düşmanlarımızla birleşmiş oluyordu. Yunanlıların Batı cephesinde ilerleyişi, birçok bölgelerin kuvvet yetersizliği sebebiyle işgal edilmesi üzerine Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa, cephe komutanları ile görüşmüş, artık gönüllü kuvvetler yerine düzenli bir ordu kurulması gereğini ilgililere bildirmişti. Çünkü olaylar gösteriyordu ki, milli mücadelenin başarısı, bütün kuvvetlerin tek bir otnrite altında toplanmalarına bağlı idi. Bu da milli müfrezelerin, milis kuvvetlerinin, gönüllü teşkilatların ordu içinde düzenli kıtalar haline getirilmesini gerektiriyordu. Çete halinde dağınık savaşa son verilecek, bütün milli müfrezeler ve gönüllü kuvvetler ordu içinde disiplin ve eğitime tabi tutulacaktı.

Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal (Atatürk), Milli Savunma Bakanı Fevzi Çakmak Paşa ve Genelkurmay Başkanı ve aynı zamanda Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet Bey (İnönü), bütün çalışmalarını düzenli ordunun gerçekleşmesine vermişlerdir. Bu aylar, milli mücadele tarihimizin gerçekten en buhranlı, en çetin aylarıdır.

1920 yılının Aralık sonlarına doğru bir çok milli müfreze, gönüllü örgüt sür'atle milli ordu içinde toplanmaktadır. Ne çare ki ellerinde bir kısım kuvvet bulunan Çerkez Ethem ve kardeşleri, Batı Cephesi kuvvetlerine bağlı kalmak istememişler, başlarına buyruk bir siyaset izleme yoluna gitmişlerdi. Bunlar, Milli Mücadele'nin güç zamanlarında başardıkları bazı işlerin verdiği şımarıklıkla bulundukları bölgelerde sivil memurları diledikleri gibi azlediyor, değiştiriyor, kendilerine göre atamalar yapıyorlardı. Batı Cephesi, tek komuta altında örgütlendikçe, düzenli kuvvetler haline geldikçe, Ethem ve kardeşlerinin huzurları daha da kaçıyor, Batı Cephesi yanında Ankara Hükûmeti'ne, hatta Türkiye Büyük Millet Meclisi'ne dil uzatmaktan çekinmiyorlardı. Artık tutumları, milli hükûmete karşı bir isyan halini almıştı.

Durum gerçekten kırılgan bir haldeydi. Binbir emek ve fedakarlıkla kurulan düzenli orduda emir ve komuta birliğini temin bakımından bu sorunun, kesin şekilde çözümlenmesi gerekiyordu. Zira Ethem müfrezesi ordu içinde kaldıkça hiçbir zafer kazanılamayacağı gibi, aksine bu asi kuvvetler her başarıda orduya ayakbağı olacaktı. Bu sebeple hükûmet Çerkez Ethem kuvvetlerinin ortadan kaldırılmasına karar verdi.

29 Aralık 1920 günü Batı Cephesi Komutanı İsmet Bey (İnönü)'le Güney Cephesi Komutanı Albay Refet Bey, Çerkez Ethem ve kuvvetlerini ortadan kaldırmak üzere ileri harekete geçtiler. Kütahya yörelerinde bulunan Çerkez Ethem kuvvetleri, Batı Cephesi kuvvetlerin Kütahya'yı işgali üzerine Gediz'e çekildi. Milli kuvvetler, asileri takiple 5 Ocak 1921 günü Gediz'i de işgal edince Çerkez Ethem müfrezesi Simav yönüne çekilmek mecburiyetinde kaldı. Artık Milli Mücadele'nin en dramatik anları yaşanmaya başlar. Batı Cephesi kuvvetleri Çerkez Ethem isyanını bastırmak üzere, eski harp mevzilerinden çok uzaklaşmışlar, Gediz'e kadar ulaşmışlardır. Çerkez Ethem'i takip sebebiyle cephelerin boşaltıldığını, askerlerin mevzilerden uzaklaştığını haber alan Yunanlılar, içinde bulunduğumuz bu iç buhranı, Ankara Hükûmeti'nin bu çetin ve zor anını kendileri için büyük bir fırsat bilerek 6 Ocak 1921 günü hem Bursa, hem Uşak cephelerinden sür'atle ileri yürüyüşe geçtiler. Amaçları, Türk kuvvetlerini, zayıflayan mevzilerinde aniden bastırıp mağlup etmek, bu suretle Eskişehir ve Afyon'u ele geçirerek kendilerine Ankara yolunu açmaktı. Bu plan gerçekleştirildiği takdirde, henüz sekiz aylık milli hükûmeti doğduğu yerde boğmak, kolayca ortadan kaldırmak güya mümkün olacaktı.

Düşmanın, taarruz hedefi olarak seçtiği Eskişehir de, Afyon da askeri yönden önemli kavşaklardı. Bu şehirlerimizin elden çıkışı, önemli demiryollarının da düşman eline geçmesi demekti. Hele, Bursa ve Uşak Cephelerinden ilerleyen düşman kolları, Kütahya önlerinde birleşme imkanı bulursa, Çerkez Ethem'e karşı geride bırakılan kuvvetlerimizi de arkadan vurabilirdi. İşte mağlubiyetimiz halinde ortaya çıkacak korkunç tablo bu idi.

Düşman taarruzu ile gelişen bu kritik durum üzerine, Batı ve Güney Cephesi komutanları vaziyeti görüşerek, ister istemez Çerkez Ethem'in takibine ara vermeyi ve Kütahya ve Gediz'e kadar gelmiş olan kuvvetlerimizin büyük kısmını vakit geçirmeksizin İnönü ve Dumlupınar mevzilerine sevketmeyi kararlaştırdılar. Ancak Batı Cephesi kuvvetlerinin şimdi bulundukları Gediz ve Kütahya yöreleri ile İnönü mevzileri arasında 3 günlük bir yol vardı. Eğer Yunanlılar, bizden daha önce İnönü mevzilerine ulaşabilirlerse mukavemetsiz, Eskişehir'e kadar yol almış olacaklardı. O halde yapılacak iş, son sür'atle İnönü mevzilerine yetişerek ilerleyen düşmanı burada durdurmak olacaktı. Bu amaçla Çerkez Ethem ve kardeşlerine karşı bir kısım kuvvet, Kütahya yöresinde bırakılarak, geri kalan kuvvetler İnönü mevzilerine hareket ettirildi. Keza üç misli düşman kuvvetine karşı İnönü mevzilerini da- ha da takviye etmek üzere, Ankara'da yeni kurulmakta olan 4. Tümen de Cepheye çağrıldı. Ethem'in takibine ara vererek Kütahya'dan hareket eden 11. Tümen de 9 Ocak sabahı, İnönü mevzilerine varmıştı.

Öte yandan Yunanlılar süratle ilerleyerek, 8 Ocak 1921 günü Çivril ve Pazarcık'ı, 9 Ocak sabahı da Bilecik ve Bozüyük'ü işgal ettiler. Fakat bütün bu işgallere, güç şartlara, iki ayrı düşmanla savaş mecburiyetine rağmen sonucun zaferle biteceği hususunda başta Mustafa Kemal (Atatürk) olmak üzere Millî Mücadele liderlerinin inançları asla sarsılmamıştı. Mustafa Kemal (Atatürk), 8 Ocak 1921 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsünden şunları söylüyordu: "Efendiler! Dahilde ve hariçteki düşmanlarımız ister çok, ister az olsun, faaliyetlerinin genişliği ne olursa olsun, kesin başarı, son başarı meşru bir ama izleyenlerde olacaktır."


Birinci İnönü Zaferi ve Kontrolün Sağlanması

Birinci İnönü Muharebesi sırasında Türk Ordusu'nun cephelerdeki vaziyeti ve harekat yolu

Birinci İnönü Muharebesi sırasında Türk Ordusu'nun cephelerdeki vaziyeti ve harekat yolu

9 Ocak 1921 günü öğleden sonra Yunanlıların Bozüyük yönünden şiddetli taarruzu ile başladı. Ufak bir köyden ismini alan İnönü, şimdi Türk Kurtuluş Savaşında dönüm noktası olacak bir muharebeye sahne oluyordu. Ve yıllar sonra bu muharebeyi idare eden komutana, Atatürk tarafından "İnönü" soyadı verilecekti. Muharebenin ilk günü Batı Cephesi kuvvetleri ile Yunanlılar arasında çok çetin çarpışmalar oldu. Yunanlıların her taarruzu, karşı taarruzla cansiperane püskürtülüyor, ilerlemelerine imkan verilmiyordu. İnönü mevzilerinde boş cepheler yerine, Türk kuvvetlerinin piyade ve topçu ateşiyle karşılaşmaları, onlar gerçekten şaşırtmıştı.

Birinci İnönü Zaferi'nin ardından Albay İsmet Paşa

Birinci İnönü Zaferi'nin ardından Albay İsmet Paşa

Muharebe, 10 Ocak günü de sabahtan akşama kadar bütün şiddetiyle devam etti. Bu sabah, Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet Bey (İnönü) de Gediz'den muharebe meydanına gelmiş, savaşı bizzat ateş hattında idareye başlamıştı. Bir ara bir alay kadar düşman kuvveti, mevzilerimizdeki bir boşluktan istifade ederek Batı Cephesinin karargahı bulunan İnönü istasyonunun kuzevine kadar sokulmaya muvaffak oldu. Bu kritik vaziyet karşısında cephe karargahı istasyondan alınarak süratle İnönü köyüne nakledildi ve cephenin bu kesimi kuvvet kaydırarak takviye edildi.

Askerlerimiz bugün de, aralıksız devam eden düşman taarruzlarını, bir an gerilemeksizin göğüslüyorlar; Yunanlıların ilerlemesine imkan bırakmıyorlardı. Şüphesiz ki ordumuz, bu taarruzlar karşısında ağır zayiat veriyor; ama canından aziz bildiği kutsal vatan topraklarını her ne pahasına olursa olsun, savunmadan geri kalmıyordu. En nihayet tükenen, gücü kırılan düşman oldu. 2 gündür devam eden taarruzlarından bir başarı elde edemediğini, edemeyeceğini anladı. Artık bu safhada onlar için yapılacak bir şey vardı: Geri çekilmek! Gerçekten Yunan kuvvetleri,10 Ocak 1921 gecesi verdikleri kararla 11 Ocak günü sabahından itibaren Bursa yönünde geri çekilmeye başladılar.

Elde edilen bu zaferin ardından Mustafa Kemal (Atatürk), 11 Ocak 1921 tarihinde Batı Cephesi Komutanı Albay İsmet Bey (İnönü) ve beraberindeki kahraman askerlerimize hitaben şu telgrafı çekmiştir :

"Bu başarının, mukaddes topraklarımızı düşman istilasından tamamen kurtaracak olan kesin zafere hayırlı bir başlangıç olmasını Allah'tan diler, Batı Cephesinin bütün subay ve erlerini kazandıkları bu zafer dolayısıyla tebrik ederim".

Mustafa Kemal (Atatürk)'in dediği gibi Birinci İnönü Muharebesi'nin zaferle sonuçlandırılması kesin zafere hayırlı bir başlangıç niteliği taşımaktaydı.

Birinci İnönü Zaferi içerde ve dışarda büyük etkiler yarattı; büyük siyasi gelişmelere sebep oldu. Bu zaferden sonradır ki, ümitsizlikler boğulmuş, yeni kurulan devlet, sarsılmaz temeller üzerine oturmaya başlamış, 20 Ocak 1921 günü ilk Anayasamız, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde kabul edilmişti. Yine bu zaferle içerde asayiş ve güven sağlanmış, muntazam ordu kurma çalışmaları daha da kolaylaşmıştı.

TBMM Başkanı Mustafa Kemal cepheye mühimmat taşıyan halkla beraber sohbet ederken (6 Mart 1921).

TBMM Başkanı Mustafa Kemal cepheye mühimmat taşıyan halkla beraber sohbet ederken (6 Mart 1921).

Birinci İnönü zaferinin dışardaki etkileri de önemliydi. Bu zaferle düzenli ordu, düşman karşısında ilk sınavını veriyor, dost ve düşman önünde yenilmez iradesini sergiliyordu. Bu zafer, yabancı devletlere de artık, milli hükûmetin hatırı sayılır bir varlık olduğunu gösteriyordu. Bu gelişmeler sebebiyledir ki İtilaf devletleri, 21 Şubat 1921'de toplanan Londra Konferansı'na İstanbul Hükûmeti i1e beraber Ankara Hükûmeti'ni de çağırdılar. Ancak zaferin gerçek sahibi Ankara Hükûmeti idi. Bu sebeple Ankara delegeleri, Osmanlı heyeti içinde yer almayıp milli davayı savunmak üzere ayrı bir ekip oluşturdular. O kadar ki Osmanlı baş delegesi Sadrazam Tevfik Paşa, konferansta söz hakkını Ankara Hükûmeti temsilcilerine bırakmak mecburiyetinde kaldı. İşte bu gelişmeler sonucu İtilaf devletleri yeni bir barış teklifi hazırlamak zorunda kaldılar. Yine Birinci İnönü zaferinin milli hükûmete kazandırdığı dış itibar sayesinde 16 Mart 1921 tarihinde Sovyet Rusya ile "Moskova Antlaşması" imzalandı. Londra'da da Fransa ve İtalya ile barış yolunda bazı müzakereler oldu.


Çerkez Ethem İsyanı

Çerkez Ethem

Çerkez Ethem

Birinci İnönü Muharebesi'nin zaferle sonuçlandırılmasından sonra Mustafa Kemal (Atatürk) başkanlığındaki TBMM, artık ayak bağı olmaya başlayan Çerkez Ethem ve emrindeki askerler'in biran önce zaptedilmesini istiyordu. Çerkez Ethem, TBMM'nin yetkileri hiçe sayıyor, düzenli ordu fikrine karşı çıkıyor, hakim olduğu bölgelerde kendi istek ve emirlerinin yerine getirilmesini sağlıyor hatta bu bu uğurda; Yozgat Ayaklanmasını bastırdıktan sonra dönemin Ankara Valisi olan Yahya Galip Bey'i bu ayaklanmanın nedeni ve başındaki isim olduğunu öne sürerek, yargılanması için bulunduğu Yozgat iline çağırmış ancak Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından bu isteği reddedilmiş, Asker toplama yetkisini bizzat kendi üzerine almış ve asker toplamış, Ordu yetkilerini TBMM'ye verilmesini öngeren Başkumdanlık yetkisine karşı çıkarak düzenli ordu oluşumuna karşı çıkmak ve bir çok kendi başına iş yapma anlamına gelebilecek düzeni tehdit eden fiiller işlemesi nedeniyle Çerkez Ethem, Kardeşleri ve emirlerindeki askerlerin bir an önce kontrol altına alınması gerekliydi.

Öncelikle Batı Cephesi Komutanlığı isyancıların teslim olmalarını ister ancak Çerkez Ethem ve beraberindekilerin böyle bir niyeti yoktur. Bunun üzerine İsmet Bey (İnönü) ve Refet Bey yaklaşık 5.000 kişilik bir kuvvet ile Gediz-Kütahya üzerinde bulunan isyancı Çerkez Ethem ve kardeş Tevfik Bey'in emri altındaki ordunun üzerine yürümeye başlar. Yaklaşık 2.000 kişilik isyancı grup etkisiz hale getirilmiş Çerkez Ethem ve kardeşleri çareyi Yunanlılara sığınmakta bulmuştur.


İkinci İnönü Zaferi ve Hakimyetin Tamamiyle Sağlanması

İkinci İnönü Muharebesi sırasında Türk Ordusu'nun cephelerdeki vaziyeti ve harekat yolu

İkinci İnönü Muharebesi sırasında Türk Ordusu'nun cephelerdeki vaziyeti ve harekat yolu

TBMM Başkanı Mustafa Kemal, İkinci İnönü ile beraber Ankara Anlaşması'nın görüşmeleri için gelen Fransız Bakan Franklin Bouillon ve Bnb. Sarou Eskişehir'i ziyareti sırasında tören kıtasını denetlerken.

TBMM Başkanı Mustafa Kemal, İkinci İnönü ile beraber Ankara Anlaşması'nın görüşmeleri için gelen Fransız Bakan Franklin Bouillon ve Bnb. Sarou Eskişehir'i ziyareti sırasında tören kıtasını denetlerken.

Yunanlılar, Birinci İnönü Mağlubiyetini hem hazmedememiş hemde ders çıkaramamış olacakki kısa süre sonra; 23 Mart 1921 günü aynı cephelerden tekrar hucuma girişti. 27 Mart 1921 günü Yunanlıların İnönü mevzilerine taarruzu ile başlayan, İkinci İnönü muharebesinde de düşman taarruzları birincisinde olduğu gibi durduruldu. 31 Mart 1921'de Batı cephesi kuvvetlerinin karşı taarruza geçmesi sonucu Yunanlılar geri çekilmeye başladılar. Nihayet 1 Nisan 1921 günü binlerce ölü ile doldurdukları muharebe meydanını tekrar terketmek zorunda kaldılar. Bu suretle Batı cephesinde düşmana karşı İkinci İnöntı Zaferi adını alan bir büyük başarı daha kazanıldı. Mustafa Kemal (Atatürk), Batı Cephesi Komutanı İsmet Paşa'ya gönderdiği kutlama telgrafında: "Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin ters talihini de yendiniz!" diyordu.


Mustafa Kemal (Atatürk), 1921 Nisan ayında İkinci İnönü Muharebesi'nde düşmanın yenilgiye uğratılarak zafer elde edilmesinden sonra İsmet Bey (İnönü) aracılığı ile mücadele vermiş tüm orduya telgraf çekerek şu sözleri içeren bir tebrik mesajı göndermiştir :

"Siz orada yalnız düşmanı değil, milletin ters talihini de yendiniz!".


Kütahya-Eskişehir Savaşları

Fakat düşman Yunan ordusunun vaz geçmeye niyeti yoktur. Akdeniz(Egedenizi) kıyısı boyunca birliklerini tutan düşman yeni takviyelerle tekrar karşı taarruza geçmek için beklemeye koyulur. Savaşların vermiş olduğunu bedensel yorgunluk artık Türk ordusunda belirmeye başladığını gösteren bir savaştır. Düşman Yunan ordusu hazırlıklarını tamamlamış ve 1921 yılının 10 Temmuz günü tekrar taarruza başlamıştır. Yer yer büyük çatışmalara sahne olan taarruz sırasında Yunan ordusu sayıca ve malzeme anlamında üstünlüğünün de vermiş olduğu avantaj ile Türk ordusu ağır kayıplar verdi ve netice itibariyle başta Afyon, Eskişehir, Kütahya ve Bilecik olmak üzere bir çok toprağımız düşmanın eline geçmiştir. Türk tarafında verilen şehit sayısı ise 40.000'in üzerindedir ve birçok araç-gereç kaybıda yaşanmıştır.

Mustafa Kemal, İsmet Paşa ve Süvari Tümen Komutanı Binbaşı İbrahim Çolak Çankaya'da (4 Haziran 1921).

Mustafa Kemal, İsmet Paşa ve Süvari Tümen Komutanı Binbaşı İbrahim Çolak Çankaya'da (4 Haziran 1921).

Kütahya - Eskişehir Savaşları sırasında Türk Ordusu'nun cephelerdeki vaziyeti ve harekat yolu

Kütahya - Eskişehir Savaşları sırasında Türk Ordusu'nun cephelerdeki vaziyeti ve harekat yolu

Cepheden gelen bu kaygı verici gelişmeler üzerine, 18 Temmuz 1921 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi Başkanı Mustafa Kemal (Atatürk), Ankara'dan Karacahisar'daki Batı Cephesi Karargahına geldi. Takviyeli kuvvetlerle gelişen Yunan ilerleyişi karşısında, o günkü şartlar altında imkanları sınırlı Türk ordusu için daha da ileri kayıpları önlemek üzere yeni bir strateji tesbitine gerek gördü ve Cephe Kumandanı İsmet Paşa'ya şu direktifi verdi : "Orduyu, Eskişehir'in kuzey ve güneyinde topladıktan sonra, düşman ordusuyla araya bir mesafe koymak lazımdır ki, orduyu derleyip toparlamak ve güçlendirmek mümkün olabilsin. Bunun için Sakarya'nın doğusuna kadar çekilmek yerindedir!" Bu tavsiye görüntüsündeki emrin üzerine Musafa Kemal'in belirttiği strateji uygulandı ve Batı Cephesindeki Türk ordusu geri yürüyüşe geçerek 25 Temmuz 1921'de tamamen Sakarya Nehri'nin doğusuna çekildi. Bu karar, harp yönetimi bakımından isabetli bir davranıştı; zira kayba uğrayan, azalan kuvvetlerimizin, tutunduğu mevzilerde tazelenen taarruz gücün karşı çekilmeksizin uzun sure direnişi daha büyük kayıpların sebebi olması muhtemeldi.

Bakanlar Kurulu ise önlem amacıyla Meclisi Ankara'dan Kayseriye taşınması konusu üzerine karar almış ve Büyük Millet Meclisi'nin onayının alınması için gizli bir oturum yapılması kararlaştırılmıştı. Bu toplantının gizli konusu olan birliklerin Sakarya'nın doğusuna çekilmiş olması ve Meclis'i, Ankara'dan Kayseri'ye taşıma düşüncesi Mebuslar tarafından tepkiyle karşılanmış : "Biz buraya kaçmayamı geldik" sesleri hep bir ağızdan duyulmaya başlanmıştır. Meclis, tahliyenin aksine Ankara'nın müdafaasına, bunun için gerekli hazırlıkların yapılmasına karar verdi.


Başkomutan Mustafa Kemal (Atatürk)

Başkomutanlık yetkisinin alınmasının ardından Başkomutan Mustafa Kemal(5 Ağustos 1921).

Başkomutanlık yetkisinin alınmasının ardından Başkomutan Mustafa Kemal(5 Ağustos 1921).

Yaşanılan bu yenilgiler ve gelişmeler üzerine Ankara'da yer alan Büyük Millet Meclisi üyelerinin bir kısmı Hükümete ve Mustafa Kemal (Atatürk)'e yoğun eleştiriler yöneltmiş ve Mustafa Kemal (Atatürk)'e ordunun başına geçerek bizzat savaş meydanlarında yer almasını istemişlerdir. Mustafa Kemal (Atatürk) ise 1921 4 Ağustos günü Büyük Millet Meckisi'nde yaptığı konuşmasında şu sözleri sarf etmiştir : "Meclis'in sayın üyelerinin umumi surette beliren arzu ve istekleri üzerine Başkomutanlığı kabul ediyorum. Bu vazifeyi, kendi üzerime almaktan doğacak yararları en kısa zamanda elde edebilmek ve ordunun maddi ve manevi kuvvetini en kısa zamanda artırmak ve yönetimini bir kat daha kuvvetlendirmek için, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin haiz olduğu yetkileri fülen kullanmak şartiyle üzerime alıyorum. Hayatım boyunca milli hakimiyetin en sadık bir hizmetkarı olduğumu milletin nazarında bir defa daha doğrulamak için bu yetkinin 3 ay gibi kısa bir müddetle sınırlandırılmasını ayrıca istiyorum". Yapılan teklifte Başkumandanlığı kabul edecek olduğunu fakat bu yetkinin yalnız başına bir anlam taşımayarak yetkilerinin sadece ordu üzerinde değil Büyük Millet Meclisi üzerinde de geçerli olması halinde hedefe ulaşılabileceğini belirtti. Ve Mustafa Kemal (Atatürk) 1921 yılı 5 Ağustos günü çıkarılan yasanın oy birliği ile kabul edilmesi sonucu 3 ay süreyle TBMM Orduları Başkumandanlığı'na getirilmiştir. Ağırlaşmış onca duruma rağmen ve aldığı yetkiler sonucu ulaştığı mevkiye rağmen 3 ay gibi kısa bir süre bu mevkide durmak isteyişi Millet'in kararına ve seçtiği Vekillere olan saygısının ne kadar büyük olduğununda bir göstergesidir. Ayrıca alınmış olan bu ağır yenilgilerin ve kaybedilen toprakların sonucunda dönemin Erkan-ı Harbiye Reisliği görevini yürüten (Genelkurmay Başkanlığı) İsmet Bey (İnönü) görevinden alınarak yerine sonradan "Müşirlik (Mareşal)" unvanıda alacak olan Fevzi (Çakmak) Paşa getirildi. Hemen ardından Başvekillik (Başbakanlık) ve Milli Müdafaa Vekilliği (Milli Savunma Bakanlığı) görevide kendisini verilir.


İlgili kanun hükmünde şu kararlar yer almaktadır :

"Millet ve memleketin mukadderatına bilfiil el koyan yegane yüce kuvvet olan Türkiye Büyük Millet Meclisi, Başkomutanlık füli vazifesine kendi reisi Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa'yı memur etmiştir. Başkomutan, ordunun maddi ve manevi kuvvetini artırma ve yönetimini bir kat daha kuvvetlendirme hususunda Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin buna ait salahiyetini Meclis namına fülen kullanmaya yetkilidir. Bu sıfat ve salahiyet üç ay müddetle sınırlıdır. Meclis lüzum gördüğü takdirde bu müddetin bitiminden evvel dahi bu sıfat ve salahiyeti kaldırabilir".


Başkomutanlık verilişinden sonra Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa kürsüye geldi. Memleketin düşman istilasından kurtarılacağına dair sarsılmaz inancını bir kere daha ifade ederek Meclis'e şu teminatı verdi :

"Efendiler! Zavallı milletimizi esir etmek isteyen düşmanları, Allahın yardımıyla behemehal mağlûp edeceğimize dair olan emniyet ve itimadım bir dakika olsun sarsılmamıştır. Bu dakikada bu kesin inancımı yüksek heyetinize karşı, bütün millete karşı ve bütün aleme karşı ilan ederim.".


Başkomutan Mustafa Kemal (Atatürk), aynı gün ordu ve millete de bir bildiri daha yayımladı. Bu bildiride de şu sözler yer alıyordu :

"Bana bu vazifeyi tevdi etmiş olan Meclis ve bu Meclis'te beliren milletin kesin iradesi, hareket tarzımın mihrakını teşkil edecektir. Hiçbir sebep ve suretle değiştirilmesine imkan omayan bu kesin irade, her ne olursa olsun düşman ordusunu imha etmek ve bütün Yunanistan'ın silahlı kuvvetlerinden oluşan bu orduyu, anayurdumuzun mukaddes ocağında boğarak kurtuluşa ve bağımsızlığa kavuşmaktır".


Başkomutan Mustafa Kemal (Atatürk), artık planını yapmış ve kesin şekilde uygulamaya başlamıştır. Hedef, muvaffakiyete götürecek bütün tedbirleri en kısa zamanda almaktır. Bu amaçla 7 ve 8 Ağustos 1921 günleri, kendi imzasıyla 10 adet "Tekalif-i Milliye" yani "Milli Vergi" emri yayımladı. Bu emirler gereği her ilçede bir Milli Vergi Komisyonu kuruluyordu. Her evden ordunun ihtiyacı için bir kat çamaşır, bir çift çorap, bir çift çarık isteniyordu. Ordunun malzeme ihtiyacı için tüccarın elinde bulunan stoklardarı yüzde kırkına parası zaferden sonra ödenmek üzere el konuluyordu. Herkes hububat, hayvan ve yem bakımından stoklarının yüzde 40'ını yine parası sonradan ödenmek üzere orduya verecekti. Halkın elinde bulunan savaşa elverişli bütün silah ve cephane, 3 gün içinde ordu ambarına teslim edecekti. Memleketteki demircilerin, dökümcülerin, marangozların, sanayi imalathanelerinin listesi çıkacak ve sahiplerinin isimleri belirlenecekti. Böylece bütün memleket, gelecekteki zafer için olağanüstü bir seferberliğe davet edilmişti. Artık millet ve ordu el eleydi ve topyekûn bir harp başlatılmıştı.


Sakarya Meydan Muharebesi ve Elde Edilen Zafer

Sakarya Meydan Muharebesi sırasında cephede komuta kademesindeki diğer askerler ile beraber Başkomutan Mustafa Kemal mevzileri gözlerken (10 Eylül 1921) (Dudatepe).

Sakarya Meydan Muharebesi sırasında cephede komuta kademesindeki diğer askerler ile beraber Başkomutan Mustafa Kemal mevzileri gözlerken (10 Eylül 1921) (Dudatepe).

Başkomutan bu acil tedbirleri aldıktan sonra 12 Ağustos 1921 günü Ankara'dan hareket ederek Polatlı'daki Cephe Karargahına geldi. Polatlı'da at sırtında gerçekleştirdiği ordunun teftişi sırasında at sırtından düşerek kaburga kemiği kırılacak ve bir müddet sağlık tedavisinin ve istirhat halinde bulunduktan sonra görevini sürdürmeye devam edecektir. Artık Başkomutan Mustafa Kemal (Atatürk), cephede ve fiilen Türk ordusunun başında idi. Yunan ordusu 13 Ağustos 1921 günü Sakarya'daki Türk mevzilerine doğru yeniden ileri harekata başladı. 15 Ağustos 1921 günü Yunan Kralı Konstantin, ordularına "Ankara'ya!" emrini verdi. Durmaksızın ilerleyen Yunanlılar, birçok şehir ve kasabalarımızı işgal ederek sonunda Sakarya'daki savunma hattımıza dayandılar.

23 Ağustos 1921 günü, Yunan ordusunun taarruzu ile Sakarya Meydan Muharebesi başladı. Bütün cephe boyunca taarruz ve karşı taarruzlarla çok şiddetli muharebeler oldu. Yunan taarruzu, bir çok yerde kıtalarımız tarafından düşmana ağır zayiat verdirilerek durduruldu. Ancak takviyeli Yunan kuvvetlerinin önemli mevzilerimizi ele geçirdikleri, Poiatlı'ya kadar yaklaştıkları, top seslerinin Ankara'dan duyulduğu zamanlar oldu. Türk mevzileri bir çok noktada yarılmasına rağmen, her nokta inatla savunuluyor, kaybedilen her hattın gerisinde yeni bir savunma hattı oluşturuluyor, böylece düşmanın ilerlemesine imkan verilmiyordu. Zira Başkomutan Mustafa Kemal (Atatürk), savaş stratejisi için şu formülü koymuştu: "Hatt-ı müdafaa yoktur, sath-ı müdafaa vardır. O satıh bütün vatandır. Vatanın her karış toprağı, vatandaşın kanıyla ıslanmadıkça terk olunamaz. Onun için, küçük büyük her birlik bulunduğu mevziden atılabilir. Fakat küçük, büyük her birlik, ilk durabildiği noktada, tekrar düşmana karşı cephe teşkil edip muharebeye devam eder. Yanındaki birliğin çekilmek zorunda kaldığını gören birlikler, oria tabi olamaz. Bulunduğu mevzide sonuna kadar dayanmağa ve mukavemete mecburdur".

Mustafa Kemal, İsmet Paşa ve Süvari Tümen Komutanı Binbaşı İbrahim Çolak Çankaya'da (4 Haziran 1921).

Mustafa Kemal, İsmet Paşa ve Süvari Tümen Komutanı Binbaşı İbrahim Çolak Çankaya'da (4 Haziran 1921).

Mustafa Kemal (Atatürk) ortaya koyduğu, harp yönetimi bakımından büyük önem taşıyan bu kural, Sakarya'da aynen uygulanmış ve mukaddes vatan toprakları, her kaybedilen hattın gerisinde vakit geçirmeksizin yeniden bir hat teşkili suretiyle sonuna kadar savunulmuştur. Düşman aştığı her tepenin ardında "Ankara var!" hulyasıyla harp ediyor, Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa ise Yunan kuvvetlerini, son darbeyi indireceği yere, memleketin harim-i ismetine çekiyordu. Nihayet düşmanın taarruz gücü, ilerleme kuvvet ve kudreti gittikçe tükenmeye başladı. Yunan birlikleri ana mevzilerinden çok uzaklaşmış, gerçekten Türklerin harim-i ismetine düşmüştü. Artık taarruz sırası Türklerindi. 10 Eylül 1921 günü başlayan karşı taarruzumuzla düşmana ağır zayiat verdirilmiş, bu taarruz sonucu Yunanlılar batıya doğru çekilmeye başlamıştı. Bütün savaş boyunca cepheden ayrılmayan Başkomutan Mustafa Kemal (Atatürk), zaman zaman da en ileri meyzilerde görülmüş, hatta ateş hattına girmişti. Mustafa Kemal (Atatürk)'in en ileri hatta, taarruz eden kıtaların yanında görülmesi ve muharebeyi ateş hattında bizzat takip edişi şüphesiz ki subay ve erlerimizin maneviyatları üzerinde büyük tesir yaptı.

"Sakarya Meydan Muharebesi" adını alan bu büyük ve kanlı savaş, 22 gün 22 gece devam etmiş ve nihayet 13 Eylül 1921 günü, düşman Sakarya Nehri'nin doğusunda tamamen imha edilerek büyük bir zafer kazanılmıştı. Bu anlamlı ve büyük başarı üzerine 19 Eylül 1921 günü Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından, Başkomutan Mustafa Kemal (Atatürk)'e Kanunla Müşir (Mareşal) rütbesi ve "Gazi" unvanı verildi. Sakarya Zaferinin sonuçları siyasi alanda da kendisini gösterdi. 13 Ekim 1921'de Kafkas Cumhuriyetleri ile Kars Antlaşması, 20 Ekim 1921'de Fransızlarla Ankara Antlaşması imzalandı. Sakarya Meydan Muharebesinden sonra mağlup Yunanlılar, Afyon-Eskişehir hattına kadar çekilmişler, bu bölgede mevzilerini kuvvetlendirmek için önemli yerleri tel örgülerle takviye etmek suretiyle savunmada kalmışlardır. Ayrıca Düşman Yunan ordusunun bu geniş hat üzerinde üç kolordusu bulunuyordu.


Büyük Taarruz (Başkomutan Meydan Muharebesi)

Başkomutan Mustafa Kemal, Büyük taarruz sabahı Aydın Kocatepe'de (26 Ağustos 1922).

Başkomutan Mustafa Kemal, Büyük taarruz sabahı Aydın Kocatepe'de (26 Ağustos 1922).

Büyük Taarruz'un planı

Büyük Taarruz'un planı

Yunanlıların, tutundukları bu son mevzilerden de atılmaları, Türk ordusunun kesin bir zafer elde etmesi anlamını taşıyordu. Ancak bu suretle düşmanın Anadolu'dan tamamen çıkartılması mümkün olabilecekti. Diğer taraftan gerek Yunanlılar gerekse İngilizler, mevsimin ilerlemiş olduğu, Türk hükûmetinin içinde bulunduğu güçlükler ve Anadolu'daki ekonomik durumun ağırlığı sebebiyle Türk ordusunun genel bir taarruzunu imkansız görüyorlar; ordumuzun bir süre daha dayandıktan sonra ister istemez barış isteğinde bulunacağını hesaplıyorlardı. Bu sebeple kendileri barışa yanaşmıyorlar, işgal ettikleri toprakları ellerinde bulundurarak vakit kazanmak suretiyle daha karlı çıkmayı amaçlıyorlardı.

Başkomutan Mustafa Kemal (Atatürk) Paşa ise düşmanın hesaplarının dışında taarruz hazırlıklarını sürdürmek suretiyle gerçekçi bir yol izliyor; ancak taarruzun zamanını ve şeklini son derece gizli tutuyordu. Çünkü Atatürk'e göre, "Yarım hazırlıkla , yarım tedbirlerle yapılacak taarruz, hiç taarruz etmemekten daha kötü idi". Nihayet eldeki bütün imkanlar kullanılarak, memleketin maddi ve manevi bütün güçleri seferber edilerek taarruz zamanının geldiğine karar verildi. Ama yine de Yunanlılar asker sayısı, araç ve gereç yönünden üstünlüklerini korumakta idiler.

Başkomutan tarafından en ince ayrıntılarına kadar hazırlanan Büyük Taarruz ve onu izleyecek meydan muharebesi planı, 1922 yılının 27 Temmuzu 28 Temmuza bağlayan gecesinde, Akşehir'e çağrılan ordu komutanlarına açıklandı. Onların da görüşleri alınarak Batı Cephesi Ordularına 6 Ağustos 1922'de gizli olarak "taarruza hazırlık" emri verildi.

Başkomutan Mustafa Kemal, Ilgın Manevraları'nda Türk Ordusunu Selamlarken (1 Nisan 1922).

Başkomutan Mustafa Kemal, Ilgın Manevraları'nda Türk Ordusunu Selamlarken (1 Nisan 1922).

Büyük taarruz planı gerçekten dahiyaneydi. Dahiyane olduğu kadar da cüretli ve tehlikeliydide. Zira kuvvetlerimizin hemen tamamı, taarruzun siklet merkezi olarak kabul edilen Afyon-Konya demiryolunun güneyine kaydırılmış, başka cephelere kuvvet ayırma hususu ister istemez ikinci planda düşünülmüştü. Bunun sonucu olarak Eskişehir-Ankara istikameti açık denecek bir durumda bırakılmıştı. Keza cephenin ağırlık merkezi olarak kabul edilen bölgenin arkası da göller bölgesine dayanıyordu. Başarısızlık halin- de, bu bölgede savaşan Birinci Ordu'nun akıbeti kritikleşebilirdi.

Bu plan, ancak büyük komutanların sevk ve idaresinde başarıya ulaşabilirdi ve bütün riskleri etkisiz kılacak faktör, ne pahasına olursa olsun mağlup olmamak kararı idi. Gerçekten de öyle oldu. 26 Ağustos 1922 sabahı saat 5.30 da topçularımızın ateşiyle Kocatepe'den Büyük Türk Taarruzu başladı. Başkomutan da bu esnada Kocatepe'de bulunuyordu. Taarruz, kısa sürede Afyon-Konya demiryolu hattı boyunca başarılı bir şekilde gerçekleşti. Bu hattın güneyinden Birinci Ordu, kuzeyinden İkinci Ordu taarruz ediyordu. Ancak cephenin ağırlık merkezi, Birinci Ordu bölgesinde toplanmıştı.

Başkomutan Mustafa Kemal (Atatürk)'in büyük bir basiretle ateş hattında yönettiği bu taarruzda; ordunun Genelkurmay Başkanlığını Fevzi (Çakmak) Paşa, Batı Cephesi Komutanlığını İsmet (İnönü) Paşa üstlenmişti. Birinci Ordu'ya Kurtuluş Savaşı'nda sakalı bulunan tek kurmay olduğu için sonradan Sakallı Nurettin Paşa olarak anılacak olan Nurettin Paşa, İkinci Ordu'ya Yakup Şevki Paşa ve Süvari Kolordusu'na da Fahrettin (Altay) Paşa komuta ediyordu.

Başkomutan Mustafa Kemal, yanında Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve yaveri Salih Bozok ile Yunan işgalinden kurtarılan İzmir'e geliyor (10 Eylül 1922).

Başkomutan Mustafa Kemal, yanında Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak ve yaveri Salih Bozok ile Yunan işgalinden kurtarılan İzmir'e geliyor (10 Eylül 1922).

Başkomutan Mustafa Kemal, İsmet Paşa ve diğer Albay Asım (Gündüz) ile Büyük Taarruz sırasında cephede plan üzerinde çalışırlarken (25 Ağustos 1922).

Başkomutan Mustafa Kemal, İsmet Paşa ve diğer Albay Asım (Gündüz) ile Büyük Taarruz sırasında cephede plan üzerinde çalışırlarken (25 Ağustos 1922).

Süratli taarruz sonucu, 1922 yılının 26 Ağustosu 27 Ağustosa bağlayan gecesi Yunan ordusunun bir çok mevzii düşürüldü. Ani baskın şeklinde gelişen bu taarruz karşısında şaşıran Yunanlılar, çekilmeye başladı. 27 Ağustos 1922'de Türk Ordusu düşman işgalindeki Afyon'a girdi. Türk ordusunun bu ilerleyişi karşısında Yunan ordusu, Dumlupınar mevzilerine çekilme kararı alır ancak Türk Kuvvetleri, 29 Ağustos günü de Dumlupınar mevzilerine taarruza başlar. 30 Ağustos günü Dumlupınar bölgesinde 200.000 kişilik Yunan ordusu tamamen kuşatılmış, daha sonra "Başkomutan Meydan Muharebesi" olarak bilinecek olan bu kuşatma sırasında, düşman büyük bir kayıp yaşayacak ve aynı gece Kütahya tekrar sınırlarımız içine dahil ediliyordu.

Ancak, mağlup düşmanın çekilme yollarının da kesilmesi ve İzmir doğrultusunda aralıksız takibi gerekiyordu. Başkomutan Mustafa Kemal (Atatürk), 1 Eylül 1922 günü komutası altındaki kuvvetlere: "Ordular! İlk hedefiniz Akdenizdir (Egedenizi), ileri!" emrini verdi. Son süratle İzmir yönünde ilerleyen kuvvetlerimiz, 1 Eylül' de Uşak'ı, 2 Eylül'de Eskişehir'i, 3 EyIül'de Nazilli, Simav, Salihli, Alaşehir ve Gördes'i, 6 Eylül'de Balıkesir ve Bilecik'i, 7 Eylül' de Aydın'ı, 8 Eylül'de de Manisa'yı kurtardılar. Bu takip esnasında Birinci Yunan Ordusu Komutanı General Trikopis ile İkinci Yunan Ordusu Komutanı General Diyenis ve bir kısım yüksek rütbeli Yunan subayları esir alındılar. Nihayet Türk birlikleri 9 Eylül 1922 sabahı İzmir'e ulaştılar. Aynı günün sabahı Kadifekale'de Türk bayrağı dalgalanıyordu. Artık Anadolu, 4 yıl süren düşman istilalarından ve düşman işgallerinden kurtarılmış, "Türkiye Türklerindir!" gerçeği bir kere daha gözler önüne serilmişti.


Barış Görüşmeleri


11 Ekim 1923; Mudanya Barış Antlaşması (Mütareke)

Mudanya Mütarekesi'nde (antlaşması) imza atan heyet başkanları (11 Ekim 1923).

Mudanya Mütarekesi'nde (antlaşması) imza atan heyet başkanları (11 Ekim 1923).

Cephelerde elde edilen büyük zaferlerin ardından İtilaf Devletleriyle bu günkü Bursa ilinin ilçesi olan Mudanya bölgesinde görüşmeler başladı ve 11 Ekim 1922'de Mudanya Mütarekesi (antlaşma) imzalandı. İmzalanan mütareke üç gün sonra yani 1922 yılının 14 ekimini 15 ekimine bağlayan gecesinde yürürlüğe girecektir. Yunan Hükümeti her ne kadar mütarekeyi imzalamaktan kaçınsada, yalnız kaldığını görünce vaz geçmiş ve imzalamıştır. Antlaşma sonucu silahlar bırakıldı; Türk ve Yunan kuvvetleri arasındaki çarpışmalara son verildi. Yine bu anlaşmaya göre; Edirne'yi de içine almak üzere Doğu Trakya'nın Yunanlılar tarafından tahliyesi kabul edildi; İstanbul ve boğazlar Türk Hükümetine bırakıldı.


24 Temmuz 1923; Lozan Barış Antlaşması

Lozan Barış Antlaşmasını görüşmek üzere İsmet İnönü başkanlığında İsviçre'ye gidecek olan heyet temsilcileri (1923)

Lozan Barış Antlaşmasını görüşmek üzere İsmet İnönü başkanlığında İsviçre'ye gidecek olan heyet temsilcileri (1923).

Meclis'in Saltanat'ı kaldırma kararı üzerine Osmanlı Devleti'nin son Padişahı VI. Mehmet Vahidettin tahttan indirilmiş, bir İngiliz harp gemisiyle yurt dışına çıkmak zorunda kalmıştır. Böylece İstanbul Hükümeti'nin hukuki varlığınada son verilmiştir. Bütün bunların ardından barış görüşmelerine başlanmış ve İsviçre'nin Lausanne (Lozan) kentinde Lozan Barış Konferansı, 20 Kasım 1922 günü toplanmıştır. Aylarca süren, zaman zaman da çok çetinleşen bu görüşmelerde Türkiye Büyük Millet Meclisi Hükûmetini Mudanya görüşmelerinde olduğu gibi İsmet (İnönü) Paşa temsil ediyordu. Nihayet 24 Temmuz 1923 günü antlaşma imzalandı. Bu antlaşma ile yeni Türkiye Devleti'nin bağımsızlığı bütün dünyaca onaylanıyor, milli sınırlarımız çiziliyor, ekonomik alanda Osmanlı Devleti zamanından kalan eski pürüzler temizlenerek kapitülasyonlar kaldırılıyordu. Diplomasi alanında kazanılan bu sonuç gerçekten çok önemliydi. Zira bu antlaşma Atatürk'ün ifadesiyle "Türk milleti aleyhine asırlardan beri hazırlanmış ve Sevr Antlaşmasıyla tamamlandığı zannedilmiş büyük bir suikastın yıkılışını ifade eden bir vesika" idi.



Cumhuriyet'in İlanı ve Cumhurbaşkanlığı


Artık devletin modern bir şekil alması ve milletin çağdaş uygarlık seviyesine en kısa zamanda erişebilmesi yolunda büyük inkılaplar birbirini takibe başladı. Bu devre esnasında şapka ve kıyafet inkılaplari yapıldı. Halkı uyuşukluğa sevkederek her türlü hayat enerjisini yokeden tekkeler, zaviyeler, türbeler kapatıldı; Şeriye ve Evkaf Vekaleti kaldırıldı. Laik devlet prensibi kabul edilerek din ve devlet işleri kesin olarak birbirinden ayrıldı. Hukuk alanında, şeriye mahkemeleri ve Mecelle kaldırılarak Türk Medenî Kanunu'yla beraber birçok yeni kanunlar kabul edildi. İlim ve kültür işlerine büyük önem verildi; Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu kurularak Türk tarihi ve Türk dili üzerinde çalışmalar yapıldı. Medreseler kapatılarak çağdaş kültürü benimseyen Cumhuriyet okulları açıldı. Eğitim ve öğretimde, laik ve millî bir yol takip edildi. Atatürk'ün en büyük eserlerinden biri olan harf inkılabı meydana geldi; Arap harfleri terk edilerek Latin harfleri esasına dayanan Türk alfabesi yapıldı. Üniversiteler konusunda büyük bir reform gerçekleştirilerek, çağdaş bir görünüm kazandırıldı. Bu arada ihtiyaç duyulan çeşitli fakülteler ve kürsüler açıldı. Uluslararası takvim, saat ve rakamlar kabul edildi. Kadın hukukunda reform yapılarak Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı tanındı. Ekonomik hareketlere önem verildi. 1923 yılında Türkiye'de ilk defa olarak bir İktisat Kongresi toplanarak memleketin ekonomik problemleri görüşüldü. Zirai faaliyetler genişletildi; ticaret ve millî sanayi geliştirildi. Sağlık işlerine önem verildi. Güçlü bir ordu kuruldu. Yeni Türkiye Devleti'nin temeli olan bütün bu inkılaplara "Atatürk İnkılapları" adı verildi. İnkılapların memlekette daha süratle ve daha sağlam yerleşmesi için bütün Türk halkını içine almak üzere Cumhuriyet Halk Partisi tegkil edildi. Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılapçılık Türkiye siyasetinin ilkeleri olarak kabul edildi.

1 Kasım 1922; Saltanat'ın Kaldırılması

1 Kasım 1922'de Türkiye Büyük Millet Meclisi kararı ile "Saltanat" ile "Hilafet (Halifelik)" birbirinden ayrılarak "Saltanat" kaldırılmış ve tahtta oturan Osmanlı Devleti'nin son Padişahı IV. Mehmet Vahdettin tahttan indirilmiş ve bir ingiliz savaş gemisiyle sürgün edilmiştir. Ayrıca Padişaha tabi İstanbul Hükümeti'ninde hukuki varlığı sona erdirilmiştir.


1922 yılının 1 Kasım günü Mareşal Gazi Mustafa Kemal (Atatürk), Meclis kürsüsünden şu sözleri söylemiştir :

"Millet, mukadderatını doğrudan doğruya eline aldı ve milli saltanat ve hakimiyetini bir şahısta değil, bütün fertleri tarafından seçilmiş vekillerden oluşan bir Meclis-i Âli'de temsil etti. İşte o Meclis, Meclis-i Âli'nizdir; Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir. Milletin saltanat ve hakimiyet makamı yalnız ve ancak Türkiye Büyük Millet Meclisi'dir".


9 Eylül 1923; Halk Fırkası'nın (Cumhuriyet Halk Partisi) Kurulması

Halk Fırkası'nın (Cumhuriyet Halk Partisi) 4. Büyük Kurultay'ında Kürsede Konuşması sırasında Mustafa Kemal

Halk Fırkası'nın (Cumhuriyet Halk Partisi) 4. Büyük Kurultay'ında Kürsede Konuşması sırasında Mustafa Kemal

Mustafa Kemal (Atatürk) tarafından 8 Nisan 1923 yılında "Dokuz Umde" olarak bilinen 9 adet ilkeyi içinde barındıran bir bildiri yayımlanmıştır. Bildirinin özünde ve özeti; Halkın kendi kendisini yönetmesi ve hakimeyetin kayıtsız şartsız yine halkın kendisine ait olduğuydu. Bu bildiri aynı zamanda sonradan kurulacak siyasi partinin; Cumhuriyet Halk Fırkası'nın da temel ilkeleri olacaktır.

Kurulacak olan partinin temelini ise Kurtuluş Savaşı boyunca verilen mücadelede Anadolu ve Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti adı altında birleştirilen cemiyetler oluşturacaktır. Mustafa Kemal (Atatürk)'in vefatının ardından demokrasi için herzaman fren ve engel görevi görecek olan Halk Fırkası bu günkü adıyla Cumhuriyet Halk Partisi, 9 Eylül 1923 yılında siyasi programını ilan ettikten sonra 11 Eylül 1923 tarihinde kurulmuştur. Partinin kurucuları arasında; Refik Saydam, Celal Bayar, Sabit Sağıroğlu, Münir Hüsrev Göle, Cemil Uybadın, Kazım Hüsnü, Saffet Arıkan, Zülfü Bey vardı ve genel sekreter Recep Peker idi. Halk Fırası olan partinin ismi 10 Kasım 1924 tarihinde "Cumhuriyet Halk Fırkası" olarak değiştirildi ve son olarak 4 Mayıs 1935 yılında 4. kurultay'da parti bu günkü ismi olan "Cumhuriyet Halk Partisi" ismini almıştır.


29 Ekim 1923; Türkiye Cumhuriyeti'nin İlanı

Cumhuriyet'in ilanı sırasında Mustafa Kemal Meclis kürsüsünde konuşmasını yaparken (23 Nisan 1923)

Cumhuriyet'in ilanı sırasında Mustafa Kemal Meclis kürsüsünde konuşmasını yaparken (23 Nisan 1923).

25 Ekim 1923 günü aynı anda hem Başbakanlık hem de İçişleri Bakanlığı görevlerini yürüten Fethi (Okyar) Bey, İçişleri Bakanlığını bıraktığını açıkladı. Aynı gün Meclis İkinci Başkanlığı görevini yapan Ali Fuat (Cebesoy) Paşa'da ordu müfettişliğine atandığı için görevinden ayrılmak zorunda kaldı. Bu iki boş koltuk için yapılan seçimleri Mustafa Kemal (Atatürk)'e muhalif olan milletvekilleri kazandı. Meclis İkinci Başkanlığına Rauf (Orbay) Bey, İçişleri Bakanlığına Sabit Bey seçildiler. Bu durumdan hoşnut olmayan Mustafa Kemal (Atatürk), 26 Ekim 1923'te Başbakan Fethi (Okyar) Bey'den "Erkan-ı Harbiye Umumiye Riyaseti Vekili (Genelkurmay Geçici Başkanı)" Fevzi Paşa'nın dışında hükümetin istifa etmesini ve istifa edenlerin yeniden seçilirlerse görevi kabul etmemesini istedi. Böylece bir hükümet krizi yaratılmış oldu. Bütün bunların ardından yeni bakanlar kurulu üyelerinin 29 Ekim günü seçileceği duyuruldu. Bu gelişmeler üzerine "Cumhuriyet İlanı" ile işi kökünden çözmeye karar veren Mustafa Kemal (Atatürk) 28 Ekim 1923 gecesi Çankaya'da İsmet (İnönü) Paşa ve bir kaç kişiyide toplantıya çağırdı ve "Yarın Cumhuriyeti ilan edeceğiz." diyerek kararını açıkladı. Misafirlerin ayrılmasından sonra İsmet Paşa'yı alıkoydu ve birlikte, Teşkilat-ı Esasiye Kanunu'nda (Anayasa) gerekli değişikliği sağlayacak önergeyi hazırladılar. 29 Ekim 1923 Pazartesi günü Halk Fırkası Meclis Grubunda, Bakanlar Kurulunun oluşturulması konusunda tartışıldı. Sorun çözülemeyince, Gazi Mustafa Kemal (Atatürk)'den düşüncelerini açıklaması istendi. Gazi Mustafa Kemal (Atatürk), bunalımdan çıkış yolunu Anayasanın değiştirilmesi zorunluluğu ile açıkladı ve Cumhuriyetin ilanını hedefleyen tasarıyı da grubun bilgisine sundu. Tasarının parti grubunda kabulünden sonra aynı günün akşam saat 18.00'inde TBMM Genel kurul toplantısı başladı. Anayasa Komisyonu'nun değişiklik ile ilgili rapor ve önergesi genel kurulun onayına sunuldu ve 29 Ekim 1923 Pazartesi akşamı saat 20.30'da milletvekillerinin alkışları ve "Yaşasın Cumhuriyet" sadaları ile Türkiye Cumhuriyeti ilan edildi. Hemen ardından geçilen Cumhurbaşkanlığı seçiminde oylamaya katılan 158 milletvekilinin tamamının oyları ile Ankara milletvekili Mustafa Kemal (Atatürk), Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı seçildi.

1923 - 1938; Cumhurbaşkanlığı Dönemi

Türkiye Cumhuriyet'nin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal

Türkiye Cumhuriyet'nin ilk Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal

29 Ekim 1923 tarihinde Büyük Millet Meclisi'nde Cumhuriyet'in ilanının hemen ardından Cumhurbaşkanlığı seçimide gerçekleştirilmiş ve oylamaya katılan 158 vekilin tamamı Cumhurbaşkanlığı seçiminde tek aday olan Mustafa Kemal (Atatürk)'e oy vermiş ve oy birliği ile Mustafa Kemal (Atatürk) yeni kurulan Türkiye Cumhuriyeti'nin ilk Cumhurbaşkanı olmuştur. 1927, 1931 ve 1935 yıllarındaki Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday olmuş ve tekrar seçilerek Cumhurbaşkanı olmuştur.


Cumhuriyet'in ilanı ve Mustafa Kemal (Atatürk)'in Cumhurbaşkanı olmasıyla, devletin modern bir şekil alması ve milletin çağdaş uygarlık seviyesine en kısa zamanda erişebilmesi yolunda büyük inkılaplar birbirini takibe başladı. Bu devre esnasında şapka ve kıyafet inkılaplari yapıldı. Halkı uyuşukluğa sevkedecek her türlü hayat enerjisini yokeden tekkeler, zaviyeler, türbeler kapatıldı; Şeriye ve Evkaf Vekaleti kaldirıldı. Laik devlet prensibi kabul edilerek din ve devlet işleri kesin olarak birbirinden ayrıldı. Hukuk alanında, şeriye mahkemeleri ve Mecelle kaldırılarak Türk Medeni Kanunu'yla beraber birçok yeni kanunlar kabul edildi. İlim ve kültür işlerine büyük önem verildi; Türk Tarih Kurumu ve Türk Dil Kurumu kurularak Türk tarihi ve Türk dili üzerinde çalışmalar yapıldı. Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile birlikte 19. yüzyıldan beri süregelen Eğitim ve öğretimdeki çift başlılık ortadan kaldırılarak eğitim ve öğretimde birlik sağlandı; eski dinamizim ve ilerici anlayışını kaybeden medreseler kapatılarak çağdaş kültürü benimseyen Cumhuriyet okulları açıldı. Atatürk'ün en büyük eserlerinden biri olan harf inkılabı meydana geldi; Arap harfleri terk edilerek Latin harfleri esasına dayanan Türk alfabesi yapıldı. üniversite'de de büyük bir reform gerçekleştirilerek ona çağdaş bir görünüm kazandırıldı; bu arada ihtiyaç duyulan çeşitli fakülteler ve kürsüler açıldı. Uluslararası takvim, saat ve rakamlar kabul edildi. Kadın hukukunda reform yapılarak Türk kadınına seçme ve seçilme hakkı tanındı. Ekonomik hareketlere önem verildi. 1923 yılında Türkiye'de ilk defa olarak bir İktisat Kongresi toplanarak memleketin ekonomik problemleri görüşüldü. Zirai faaliyetler genişletildi; ticaret ve milli sanayi geliştirildi. Sağlık işlerine önem verildi. Güçlü bir ordu kuruldu. Yeni Türkiye Devleti'nin temeli olan bütün bu inkılaplara "Atatürk İnkılapları" adı verildi. İnkılapların memlekette daha süratle ve daha sağlam yerleşmesi için bütün Türk halkını içine almak üzere Cumhuriyet Halk Partisi kuruldu. Cumhuriyetçilik, milliyetçilik, halkçılık, devletçilik, laiklik ve inkılapçılık Türkiye siyasetinin ilkeleri olarak kabul edildi.



Cumhurbaşkanlığı Döneminde Siyasi Hayat


Kurulan Hükümetler

Mustafa Kemal (Atatürk)'in Cumhurbaşkanlığı döneminde (1923-1938) üç kişi başbakanlık yapmıştır. Bu isimler; İsmet İnönü, Fethi Okyar ve Celal Bayar'dır. Bu dönem içersinde en fazla süre görevde kalan ve en fazla hükümet kuran isim (tam yedi hükümet kurmuştur) İsmet İnönü'dür. Atatürk'ün cumhurbaşkanlığı süresince kurulan hükümetler şöyledir :

  1. İnönü hükûmeti (30.10.1923 - 06.03.1924)
  2. İnönü hükûmeti (06.03.1924 - 22.11.1924)
  3. Fethi Okyar hükûmeti (22.11.1924 - 03.03.1925)
  4. İnönü hükûmeti (03.03.1925 - 01.11.1927)
  5. İnönü hükûmeti (01.11.1927 - 27.09.1930)
  6. İnönü hükûmeti (27.09.1930 - 04.05.1931)
  7. İnönü hükûmeti (04.05.1931 - 01.03.1935)
  8. İnönü hükûmeti (01.03.1935 - 01.11.1937)
  9. Celal Bayar hükûmeti (01.11.1937 - 11.11.1938)

Çok Partili Dönem


1924 - 1925; Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası (İlerici Cumhuriyet Partisi)

Mustafa Kemal'ın eski silah ve dava arkadaşları olan Kazım Karabekir, Rauf Orbay, Ali Fuat Cebesoy, Refet Bele ve Adnan Adıvar'ın başını çektiği bu kişiler muhalefette yer almayı tercih etmiş ve 17 Kasım 1924 tarihinde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası kurulmuştur. Ancak görülecek baskılar ve hemen sonrasında meydana gelecek olan Şeyh Said İsyanı ile birlikte sıkıyönetim ilan edilmiş ve parti 5 Haziran 1925 tarihinde kapatılmıştır. Kurucularından Kazım Karabekir ve Ali Fuat Cebesoy idam ile yargılanmış ancak Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal'in özel affı ile idam cezası geri çekilmiştir. Fakat kurucu üyelerin bir kısmı idama mahkum edilmiştir. 

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile ilgili daha detaylı bilgi için buraya tıklayınız.


1930; Askeri Ceza Kanunu ve Askerin Görev Alanı

Mustafa Kemal pek çok aklı selim insanın düşebileceği şekilde düşünmüş ve herkes kendi üzerine düşen görevi yerine getirmeye çalışır başka işlerle meşgul olma yolunu seçmez ise muvaffak olma yoluna gider fikri altyapı üzerine Asker'in görevini sadece üstüne düşen görevi yerine getirmesi ve siyasete kesinlikle karışmaması için Mayıs 1930 tarihinde Askeri Ceza Kanununu (1632 Sayılı Kanun) Büyük Millet Meclisinden geçirdi. Askeri Ceza Kanunu 148. maddesine göre; Ordu mensubunun siyasi toplantılar ve gösterilere katılmasını siyasi partiye üyesi olmasını, siyasi maksatlarla şifahi telkinatta bulunmasını, siyasi makale yazmasını ve siyasi nutuk söylemesini yasaklanan hükmü koydurdu.

Hayatının büyük bir bölümünü 'Asker' olarak sürdürmüş bir kişi olan Mustafa Kemal tehlikeyi sezmiş ve her defasında vurguladığı ve biran olsun saygısını yitirmediği Halk'ın iradesini baltalamak isteyenlere Askeri Ceza Kanunu'nun 148. maddesiyle "Herkes haddini bilmeli" uyarısında bulunmuştur. Mustafa Kemal Milli Mücadele'nin son demlerinde dahi Meclisten 'Tam yetki' isteğini dile getirirken bu yetkinin sadece 3 ay süreyle sahip olma isteği O'nun Halk'a ve kararlarına ne kadar saygılı olduğunun en açık göstergesidir.


12 Ağustos - 17 Kasım 1930; Serbest Cumhuriyet Fırkası
Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ve Ali Fetih (Okyar)

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal ve Ali Fetih (Okyar).

Reisicumhur (Cumhurbaşkanı) Mustafa Kemal'in eski çalışma arkadaşı olan Fransa'nın Paris kentinde Büyükelçilik görevini sürdüren Ali Fethi (Okyar) Bey'in tatil amacıyla yurda dönmesi üzerine Mustafa Kemal; yeni bir parti kurmasını rica eder. Bunun üzerine Ali Fethi (Okyar), Reisicumhur Mustafa Kemal'in son olarak onayınıda aldıktan sonra; 12 Ağustos 1930 tarihinde Serbest Cumhuriyet Fırkası kurulmuş oldu. Parti'nin başını çektiği isimler ise Mustafa Kemal'e yakın isimler idi. Hatta kardeşi Makbule Hanım'dan parti çalışmalarına katılmasını istemiş ve Makbule Hanım bu ricayı kabul ederek çalışmalara katılmıştır.

Parti'nin genel yapısını, Cumhuriyet Halk Fırkası karşıtları yada yandaşları ancak Başbakan İsmet (İnönü) Bey'in düşünce ve uygulamalarına karşı olanlar, Halk'ın mütedeyyin kesimi ve son olarak Rejim karşıtı kişiler oluşturmaktaydı. Parti'yi destekleyen ve çalışan unsurlar her ne olursa olsun Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın temel ilkesi liberalizm ve demokrasiydi. Ancak Başbakan İsmet (İnönü) Bey'e karşı kesin bir tavır Serbest Cumhuriyet Fırkası'nın temek düşünce hareketiydi.

Parti kısa sürede büyük bir destek yakalamış ve Parti genelbaşkanı Ali Fethi (Okyar) Bey'in önderliğinde Batı Anadolu turuna çıkmıştır. Duraklardan birisi olan İzmir ziyareti sırasında Parti büyük bir kalabalıkla karşılaşmış bunun üzerine genelbaşkan Ali Fethi (Okyar) Bey'in ricası üzerine ertesi yapılacak konuşmada görüşmelerini rica etmiş ve dağılmalarını söylemiştir. Ancak dönemin İzmir Valisi Kazım Bey, Fethi Bey'e bir telgraf çekerek ertesi gerçekleştirilecek olan kalabalığın büyük olacağını ve bu nedenden dolayı güvenliğin sağlanamayacağını belirtmiştir. 

Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası ile ilgili daha detaylı bilgi için buraya tıklayınız.


Yapılan Devrimler


Siyasi Alanda Yapılan Devrimler

  1. 1 Kasım 1922 tarihinde Halifelik ve saltanatın birbirinden ayrılması,Osmanlı saltanatının kaldırılması ve Osmanlı Devleti'nin hukuki varlığının sona ermesi.
  2. 29 Ekim 1923 tarihinde Cumhuriyetin ilanı.
  3. 3 Mart 1924 tarihinde Halifeliğin kaldırılması ve Osmanlı hanedanı mensuplarının yurt dışına çıkarılması.
  4. 10 Nisan 1928 tarihinde devletin dinine ilişkin maddenin anayasadan çıkartılması ve Laiklik ilkesinin anayasaya eklenmesi.
  5. 5 Şubat 1937 tarihinde Atatürk İlkeleri'nin tamamının anayasaya girmesi.


Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Prof. Afet İnan'ın Kadın Hakları üzerine verdiği konferansta (3 Nisan 1930)

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal Prof. Afet İnan'ın "Kadın Hakları" üzerine verdiği konferansta (3 Nisan 1930).

Toplumsal Alanda Yapılan Devrimler

  1. 25 Kasım 1925 tarihinde Şapka Kanunu kabul edilmiş ve yasalaşarak, Fes, Sarık, Peçe vb. kıyafetlerin giyilmesi yasaklanmıştır.
  2. 30 Kasım 1925 tarihinde Tekkelerin, zaviyelerin ve türbelerin kapatılması.
  3. Kadınlara belediye seçimlerinde (1930) ve genel seçimlerde (1935) seçme ve seçilme hakkı tanınması.
  4. 21 Haziran 1934 tarihinde Soyadı Kanunu yasalaşması.
  5. 26 Kasım 1934 tarihinde Efendi, Bey, Paşa gibi lakap ve unvanlarin kullanımının yasaklanması.
  6. Uluslararası saat, takvim ve uzunluk ölçülerinin kabulü. (1925-1931)


Hukuk Alanında Yapılan Devrimler

  1. İslam vakıflarının devlet idaresine alınması (1924)
  2. İsviçre Medeni Kodundan çevrilerek hazırlanan Medeni Kanun'un kabulü (1926).
  3. İtalyan Ceza Kanunu'ndan çevrilerek hazırlanan Türk Ceza Kanunu'nun kabulü (1927).


Gazi Mustafa Kemal, İstanbul Üniversitesinde öğrencilerle ders dinlerken (5 Aralık 1930)

Gazi Mustafa Kemal, İstanbul Üniversitesinde öğrencilerle ders dinlerken (5 Aralık 1930).

Eğitim ve Kültür Alanında Yapılan Devrimler

  1. 3 Mart 1924 tarihinde Eğitim ve Öğretimin Birleştirilmesi Yasası (Tevhid-i Tedrisat Kanunu) ile devlete bağlı olmayan ilköğretim kurumlarının kapatılması (Medreseler)
  2. 1 Kasım 1928 tarihinde yeni Türk harflerinin kabulü ve arap alfabesiyle her türlü yayın ve eğitimin yasaklanması.
  3. Türk Dil ve Tarih Kurumlarının kurulması. (1932)
  4. Dil Devrimi ve Güneş Dil Teorisinin benimsenmesi. (1932-1938)
  5. 31 Mayıs 1933 tarihinde Darülfünun'un kapatılıp İstanbul üniversitesi adıyla yeniden kurulması.


15-20 Ekim 1927; Nutuk (Söylev)

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, Halk Fırkası'nın ikinci büyük kongresinde Nutuk'u (Söylev) okurken (15 Ekim 1927)

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, Halk Fırkası'nın ikinci büyük kongresinde Nutuk'u (Söylev) okurken (15 Ekim 1927).

Mustafa Kemal, Cumhuriyet Halk Fırası'nın (CHF) genel başkanı olduğu sıralarda Cumhuriyet Halk Fırası'nın 1927 yılının 15 - 20 Ekim günleri arasında düzenlenen 2. kurultay'ında okuduğu dev yazılı eserdir. Kurultaya yerli ve yabancı bir çok basın mensubu katılmış ve takip etmiştir. Mustafa Kemal'in bizzat kaleme aldığı Nutuk (Söylev)'i yine Mustafa Kemal bizzat 6 gün süren kurultay boyunca okumuş ve toplam 36 saat 33 dakika sürmüştür.

O günkü şartlarda kullanılan dil klasik Osmanlıca'ya kıyasla hafif ve sade ancak günümüz Türkçesine kıyasla ağır bir dile sahiptir. Nutuk geneli itibariyle 1919 ve 1927 yıllarında verilen mücadelenin yani Kurtuluş Savaşı ile başlayan Cumhuriyet'in kurulmasıyla devam eden ve son yapılanların anlatıldığı ve sıklıkla gerek Osmanlı Dönemi'nden gerek dünya tarihinden verilen anektodların yer aldığı bir metindir. Yapılan icraatlerin anlatıldığı, yaşanılanların belgeler ile açıklandığı ve yapılanların nedenlerinin kısım kısım ortaya konduğu ve Halk'a anlatıldığı yazılı bir eserdir.


Mustafa Kemal, kurultay sırasında başlangıç konuşma sırasında şu sözleri sarf etmiştir :

"... Senelerden beri devam eden ef'al (eylem) ve icraatımızın milletimize hesabını vermek".


Reisicumhur Mustafa Kemal, yapılan reformlar ve bunlarla beraber gelen yenilikleri halka anlatmak için ülkenin dört bir yanını dolaşıyor ve yapılanları halka anlatıyordu. Sadece yapılanları atlatmıyor, halkın sorunlarını dinliyor, not ediyor ve onlarla dertleşiyordu da aynı zamanda.


Atatürk adı nereden gelmektedir?

Atatürk İnkılaplarının bir parçası olan Soyadı Kanunu ile birlikte Türkiye Büyük Millet Meclisi (T.B.M.M.)tarafından çıkarılan 24 Kasım 1934 tarihli ve 2587 sayılı özel kanun name ile Mustafa Kemal'e "Türklerin Atası" anlamına gelen "Atatürk" ismi verilmiştir. Atatürk ismi birinci derece yakınlarıda dahil olmak üzere hiçbir şahıs tarafından kullanılmaz.

Kaynak


Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, Cumhuriyet'in Onuncu Yılı şerefine hazırlamış olduğu 10. Yıl Nutku'nu tören sırasında okurken (29 Ekim 1933)

Cumhurbaşkanı Mustafa Kemal, Cumhuriyet'in Onuncu Yılı şerefine hazırlamış olduğu 10. Yıl Nutku'nu tören sırasında okurken (29 Ekim 1933).

10. Yıl Nutku

Atatürk, Cumhuriyet'in 10. yılı kutlamalarında Ankara Hipodromu'nda 10. Yıl nutkunu okurken (29 Ekim 1933).

Mustafa Kemal, Cumhuriyet'in onuncu yılını doldurması üzerine geçmişte özellikle Kurtuluş Savaşı sırasında verilen mücadele üzerine, yapılan devrimler üzerine ve bundan sonrası için yapılması gerekenleri kaleme aldığı ve 10. Yıl Nutku olarak bilinecek olan konuşma metnini hazırlamıştır. Cumhuriyet'in onuncu yılı şerefine 29 Ekim 1933 tarihinde düzenlenen törende 10. Yıl Nutku'nu okumuştur.


Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol